Kategoriler

Alevi

Arapça kökenli bir kelime olup, sözlükte “Ali’ye mensup” anlamına gelmektedir. Kelimenin Ara dilindeki çoğulu Aleviyye ve Aleviyyûn’dur. Alevî terimi İslâm kültür tarihinde ilk olarak Hz. Ali soyundan gelenler mânasında kullanılmıştır. Diğer taraftan siyasî, tasavvufî ve itikadî anlamda Hz. Ali ile bağlantılı oluşumlara da Alevi denildiği görülmüştür. Soy itibariyle, Hz. Ali’nin oğulları Hasan, Hüseyin başta olmak üzere, Muhammed b. Hanefiyye, Abbas gibi isimlere dayanan kişilere Alevî denilmiştir.Emevî iktidarının son dönemlerinden itibaren Hz. Ali ile soy ilişkisinde bulunanlardan, özellikle Hasan ve Hüseyin’in neslinden olanlar için şerif, seyyid, emîr gibi lakaplar kullanılmıştır. Ancak bu lakapların yanı sıra Alevî olarak da anılmışlar ve bu isimlendirme sonraki kuşaklara da aktarılmıştır. Günümüzde de benzer şekilde bu kavram kullanılmaya devam etmektedir. Diğer taraftan Emevî ve Abbâsî devirlerinde iktidara karşı Hz. Ali soyuna mensup çevrelerde beliren muhalif hareketlerde Alevî isimlendirmesi görülmüştür. Fakat bazı durumlarda Hz. Ali soyu ile hiçbir bağı bulunmamasına rağmen, sadece hareketlerine nüfuz ve yaygınlık kazandırmak isteyen kimseler kendilerini Ehl-i Beyt’e nispet ederek Alevi olarak isimlendirmişlerdir. Hicri 255 (Miladi 869) yılında Basra’da ortaya çıkan Zenc isyanı bu durumla ilgili örneklerden sadece bir tanesidir.

Siyasi bir terim olarak İslâm tarihinde hilâfetle ilgili anlaşmazlıklar esnasında bu ifadeyle karşılaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in Hakka yürümesinden sonra ortaya çıkan ve üçüncü halifenin öldürülmesinden sonra da şiddetlenen hilâfet münakaşalarında Ali tarafını tutanlara el-Aleviyye veya şîatü Alî (Ali’ye bağlı olanlar, Ali taraftarları) denilmiştir. Diğer gruplar ise el-Ömeriyye, el-Osmâniyye (Ömer ve Osman’a, dolayısıyla Ebû Bekir’e bağlı olanlar) şeklinde isimlendirilmiştir. Bu perspektiften bakıldığında Alevî terimi Hz. Ali taraftarlarından oluşan siyasî topluluğu ifade etmektedir. Bununla beraber, Abbâsîler’in iktidarı boyunca merkezî idarenin zayıflaması sonucu İslâm dünyasının muhtelif yerlerinde ortaya çıkan ve mahallî idareyi ellerine geçiren veya müstakil devletler kurabilen sülâleler de kendilerinin Hz. Ali soyuna mensup olduklarını göstermek üzere Alevî tabirini kullanmışlardır. Fas’ta İdrîsîler ve bizzat Alevî nisbesini taşıyan sülâle, Mısır’da Fâtımîler, Yemen’de Süleymânîler ve Ressîler, Kuzey İran’da Zeydîler, Âmül’de Hasenîler ve İspanya’da Hammâdîler Alevî devletler olarak görülürse de bunların çoğunun gerçekte Hz. Ali’nin soyu ile bağları bulunmadığı bugün ortaya çıkan tarihi veriler ışığında bilinmektedir.

Alevî terimi tasavvufta bazı tarikatların ortak adı olarak da kullanılmıştır. Tasavvufun XI. yüzyıldan itibaren tarikatlar şeklinde teşkilatlanmasından sonra bunlardan bazıları silsilelerini çeşitli maksatlarla Hz. Ali’ye dayandırdıkları için “Alevî tarikatlar” diye anılmışlardır. Kādiriyye ve Rifâiyye bu tarikatlardan bazılarıdır. Aralarında -Nakşibendiyye gibi- silsilesini Hz. Ebû Bekir’e dayandırdıklarına ise “Bekrî” denilmiştir.

Yukarıdaki açıklamalara rağmen Alevî teriminin asıl anlamını kazandığı ve yaygın olarak kullanıldığı saha, Hz. Ali etrafında şekillenen inançlara dairdir. Genellikle Şiîler ve Şîa içinde yer aldıkları kabul edilen bazı mezhepler Alevî olarak anılırlar. Nitekim Zeydiyye, İsnâaşeriyye gibi mutedil Şiîler’in yanında Beyâniyye, İsmâiliyye ve Bâtıniyye mensupları Alevî olarak bilinmektedir. Ancak günümüzde Alevî denilince akla gelen iki dini oluşum vardır. Bunlardan biri, bugün genellikle Lübnan, Suriye, Hatay yörelerinde varlığını sürdüren Nusayrîlik, diğeri ise XIII. yüzyılda Anadolu’daki etnik ve sosyal-dinî kaynaşmaların bir sonucu olarak ortaya çıkan ve XVI. yüzyılda Safevîler’in etkisi ile gelişen ve uzun süre Kızılbaşlık olarak isimlendirilen Aleviliktir. Aleviliğe bağlı olanlar Osmanlı arşiv belgeleri ve vekāyi‘nâmelerinde kızılbaş veya Râfizîler şeklinde zikredilmesine rağmen, kendilerini Alevî olarak isimlendirmişlerdir.

Kaynaklar ve bibliyografya

Ahmet Yaşar Ocak, TDV İslâm Ansiklopedisi “Alevi” Maddesi, Cilt 2, S. 368-369.
Câhiz, el-ʿOs̱mâniyye (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1374/1955, s. 19, 187.
Abdüsselâm M. Hârûn, el-ʿOs̱mâniyye [Câhiz], Takdim, s. 5.
Nevbahtî, Fıraḳu’ş-Şîʿa, s. 15-16.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), IV, 283, 326, 340-341, 493-495.
Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), VIII, 58.
Malatî, et-Tenbîh ve’r-red, s. 18, 156.
Kādî Abdülcebbâr, Tes̱bîtü delâʾili’n-nübüvve (nşr. Abdülkerîm Osman), Beyrut, ts., II, 377, 380, 535, 553.
Bağdâdî, el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 250.
Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 174.
İbnü’l-Murtazâ, Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile, s. 126.
Makrîzî, İttiʿâẓü’l-ḥunefâʾ (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl), Kahire 1387/1967, I, 8.
J. S. Trimingham, The Sufi Orders in Islam, Oxford 1971, s. 262-263.
Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, İstanbul 1971, s. 188-189.
Bosworth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 25, 59, 63, 91.
Altan Gökalp, Têtes rouges et bouches noires, Paris 1980.
W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 92.
Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda Îtikādî İslâm Mezhepleri, Ankara 1983, s. 200 vd.
el-Ḳāmûsü’l-İslâmî, V, 463-466.
Abdülbâkî Gölpınarlı, “Kızıl-baş”, İA, VI, 789-795.
W. Kadi, “ʿAlawī”, EIr., I, 804-806.

Makaleyi beğendiniz mi?
Gönderiyi paylaş
Tarihinde güncellendi 28. Haziran 2024

Feedback

Ihre Meinung ist uns wichtig! Nutzen Sie unser Feedback-Formular, um uns Ihre Gedanken und Anregungen mitzuteilen.
Bu formu bitirebilmek için tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.

Geri bildirim

Görüşleriniz bizim için önemli! Düşüncelerinizi ve önerilerinizi bize bildirmek için geri bildirim formumuzu kullanın.

Bu formu bitirebilmek için tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.

Konu isteği

Alevilikle ilgili hangi konuların ilginizi çektiğini bize bildirin. Konu önerileri için formumuzu kullanın!

Bu formu bitirebilmek için tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.