Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yıllarda barışı tesis etmek uğruna savaşlara katılan, Anadolu ve Rumeli’nin Türkleşmesinde çok büyük hizmetleri görülen erler, dervîşler, bilhassa Yesevî tarîkatı mensuplarına verilen isimdir. [Dört isim altında toplanan bu dînî- askerî zümrelerin diğer üçü Ahiyân-ı Rum, Bâciyân-ı Rum ve Gâziyân-ı Rum’dur].
Gâziyan-ı Rum’un temelleri ilk fetih yıllarında atılmıştı. Anadolu’ya gelen Türkmenlerin, burada yaptıkları savaşları din uğruna yapılan gazâlar olarak değerlendirmeleri ve Anadolu’yu İslamlaştırmayı hedef olarak almaları, daha Tuğrul Bey ve Alp Arslan devrinde Anadolu fetihlerine iştirak eden Selçuklu komutanlarına “gâzi” unvanının verilmesine sebep olmuştu. Anadolu’da, teessüs eden ilk Türk devletlerinin kurucularından, Mengücek Gâzi (473- 512 / 1080-1118) ve Danişmendoğlu Melik Ahmed Gâzi (463-498 / 1071-1105) gerek Malazgirt Zaferini takip eden ilk yıllarda gerek daha sonraları, bu gazâ anlayışı ile Gürcüler, Rumlar, Ermeniler hatta Haçlılarla harp etmiş, bu sebeple de kendilerine “gâzi” unvanı verilmişti. (Kemaloğlu, 2011, 148)
Bektaşîliğin İstanbul’un gündelik hayatına girişi, birbirini izleyen iki ayrı aşamada gerçekleşmiştir. Birinci aşama İstanbul’un fethiyle başlayıp II. Mehmed’in vefatına kadar süren 1453-1481 dönemini kapsar. Bu dönemde Bektaşîlik bir tarikattan çok, temeli seyyah dervîşlik kurumuna dayalı Batınî bir zümre olarak faaliyet göstermiştir. İkinci aşama ise, 1481-1512 arasını kapsar ve söz konusu Batınî zümrenin Bektaşîlik çatısı altında tam bir tarikat kimliği kazanarak şehir hayatına damgasını vurmasıyla sonuçlanır.
İstanbul’un fethinden önce Bektaşîliğin kendi içinde geçirdiği sosyokültürel değişim, bir bakıma fetih sonrası İstanbul hayatında oynayacağı etkin rolün ipuçlarını barındırmaktadır. Bu değişim, aslen bir Vefaî şeyhi olan Baba İlyas-ı Horasanî önderliğiyle 13. yy. ortalarında meydana gelen ayaklanmanın ardından Vefaî, Kalenderî ve Haydarî tarikatları arasında başlamış, 14. yy.’dan itibaren Bektaşîliğin ilk nüvesini barındıran “Abdalan-ı Rum” zümresi içinde devam etmiştir.
Abdal Musa tarafından Hacı Bektaş Velî’nin manevi kişiliğine bağlanan bu zümre mensupları, daha çok yarı göçebe Türkmen boyları üzerinde etkili olarak fütuhat geleneği içinde yeni yerleşimler kuran dervîş tipini temsil etmişlerdir. Daha Bizans döneminde bu dervîşlerin İstanbul çevresinde faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. 1329’da Orhan Gâzi’nin Bizans İmparatoru III. Andronikos ile İstanbul yakınlarında yaptığı Pelekanon Savaşında bulunan ve sonradan menkıbeleri Bektaşî mitolojisine geçecek olan Sancakdar Baba, Mansur Baba, Semerci Baba, Mâh Baba, Gözcü Baba, Yörük Baba, Gül Baba, Eren Baba, Garipçe Baba, Buhur Baba, Kartal Baba ve Balcı Baba gibi “Abdalân-ı Rum” mensubu yurt açan dervîşlerin adları, günümüze kadar gelmiştir.
1453’e kadar faaliyetleri İstanbul’un yakın çevresinde odaklanan “Rum abdalları”, fetihten sonra şehir hayatına doğrudan değil, devletin temel kurumlarından Yeniçeri Ocağı’nın mensubu olarak katılmışlardır. Erken dönem Bektaşîliğinin bu özelliği, tarikatın daha sonraki yüzyıllarda şehir hayatı üzerindeki siyasi ve kültürel etkisinin temel belirleyicisi olacaktır. (Bkz. Işın, Akbaba Tekkesi mad., DBİA)
Biz Urum Abdallarıyız
Maksudumuz yardır bizim
Geçtik ziynet kabasından
Gencînemiz erdir bizim
Dâim kılarız biz zârı
Harceyleriz elden varı
Dost yoluna verdik seri
Münkîrimiz hârdır bizim
Aşk bülbülüyüz öteriz
Râh-ı Hakk’a yüz tutarız
Mânâ gevherin satarız
Mürşîdimiz vardır bizim
İstivayı gözler gözüm
Seb’almesânîdir yüzüm
Enel-Hakkı söyler sözüm
Mi’racımız dardır bizim
Haber aldık muhkemattan
Geçmeyiz zattan sıfattan
Balım nihan söyler Haktan
İrşâdımız sırdır bizim
Abdal Mûsa