Gerçek adı Şeyh Nasîrüddin Mahmûd Ahî Evran b. Abbas’tır. Ahî Evran ya da Ahî Evren ismiyle bilinmektedir. Evran/Evren ismi ise iki şekilde anlamlandırılmaktadır. Evren: “Gök, kâinat” şeklinde tercüme edilirken, Evran; “yılan, ejderha” anlamına gelmektedir. Evran ismi onun ne kadar efsanevi bir kimliğe büründüğünün işaretidir. Ahî Evran’ın yaşadığı kesin olmasına rağmen yaşam öyküsüne dair gerçek bilgiler menkıbeler içinde kaybolmuştur.
Ahî Evran’ın debbağlık mesleğini icra ettiğine dair an’ane, onun velî olarak anılmasından sonra debbağ esnafının pîri sıfatıyla yüceltilmesine sebep olmuştur. Bu bakımdan Türk debbağlarının silsilenâmeleri kendisine dayandırılmış ve oradan da bütün debbağların pîri olan Zeyd-i Hindî’ye götürülmüştür. Osmanlı Devleti döneminde Ahî Evran’ın esnaf zümresi arasında pîr olarak kazandığı itibar bütün Anadolu, Rumeli, Bosna ve hatta Kırım’a kadar yayılmıştır. (Şahin, İ. Ahi Evran mad. DİA)
Ahmet Rıfkı İse Bektaşî Sırrı’nda şunları yazar: Hacı Bektaş Velî Velâyetnâmesi’nde Ahi Evren Baba’nın bir süre Konya’da bulunduğu yazılıdır. Zaman zaman Şeyh Sadreddin Konevî’ nin hizmetlerinde bulunarak ona bağlanmıştır. Fakat hâllerini gizlediklerinden dolayı oradaki yabancılar dahî kimse kendisini bilmezmiş. Daha sonra Denizli’ye gidip orada bahçıvanlık yapmış. Bir zamanlar Ahi Evren in soyu sopu hakkında Şeyh Sadreddinden başkasının bilgisi yoktu. Şeyhin emriyle Ahi Evren katıra bindi. Çarşamba suyu kenarında âlimlerle buluştu. Evvelâ saygıyla kendilerine selam verdi. Şeyh Sadreddinin selâmını ulaştırdı. Sonra “Hemen dönün cuma namazı vakti geçmeden şehre ulaşın ki bugün cami kapalı kalmasın. Allahın yeryüzündeki gölgesi olan Alaaddin’in gönlü kırılmasın” diye buyurdu. Fakat bu âlimler kabalık edip “Biz artık o şehre girmeyiz.” dediler. Ahi Evren, biraz kızar ve yeryüzüne onları yutması için işaret eder. Onların hepsi hayvanlarıyla beraber dizlerine kadar yere gömülürler. Bu durumu görünce aksini yapmaları hâlinde Allah’ın belalarıyla kapılacaklarına inandılar. Böylelikle emre uyup döndüler. Ahi Evrenin kerameti ve Şeyh Sadreddinin velâyeti ile tay-i mekân edip / uçarak cuma namazı saatinden önce şehirde bulundular. Ondan sonra Ahi Evrenin gizli bir hazine olduğunu anlayıp onu sıklıkla ziyaret ettiler. Bunun üzerine Konya’dan çıkıp Kayseri’ye vardı. Sanatı olan dericiliği orada yapmaya devam etti. Fakat yedi renkte yedi tabaklanmış derisi vardı. Müşterisi ne renk isterse “Bismillah” ile diyerek elini uzatır deriyi sayar verirdi. Ona bu işlerden dolayı kimyagerlik nasip olmuş ve fazla sıkıntı çekmeden para kazanmaktaydı. Kötü niyetli birisi Kayseri şehrine gidip “Bir derici var; her gün çok para kazanır fakat ödemesi gereken vergiyi ödemez.” der. Bunu öğrenen Kayseri Beyi, Ahi Evren hakkındaki şikâyet üzerine oraya adamlarını gönderir. Dükkânına gittiklerinde korkunç gözleri ateş gibi yanan bir yılan, cehennem ateşi önündeki zebani gibi kükreyince her biri bir tarafa güçlükle kaçıp kurtuldu. Ondan sonra o yüce velînin adı Ahi Evren olarak anıldı. Kayseri’de kalmayıp Kırşehir’e yerleşti, türbesi de oradadır. Gelen geçenlerin, vezirlerin bile orada dua ettikleri bilinmektedir. (Gümüşoğlu, 2017, 147)