Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’ye verdiği meşhur kılıç.
Sözlükte “sahip” anlamındaki “zû” ile “omurga, boğum” mânasına gelen “fekar” kelimelerinden oluşan Zülfikar, Hz. Ali’nin iki tarafı keskin, ortası yivli kılıcının adıdır. Kelime Türkçe’ye Zülfikar şeklinde geçmiştir. Hz. Peygamber, Bedir Gazvesi’nde ele geçirilen ganimetleri savaşa katılanlar arasında taksim ederken uzunluğu yedi karış, eni bir karış olduğu belirtilen (Ya’kūbî, II, 88) boğumlu bir kılıcı kendine ayırmıştı. Kabzasının ucu gümüşten, bağında bir halkası, ortasında da gümüşten bir süs topuzcuğu bulunan Zülfikarın Merzûk es-Sakīl adlı bir kılıç ustası tarafından yapıldığı rivayet edilir. Kılıca Zülfikar adı, büyük ihtimalle ele geçirildikten sonra yivli ve iki tarafının keskin oluşundan dolayı verilmiştir. Resûlullah Zülfikarı Hz. Ali’ye verinceye kadar kendisi kullanmıştır (İbn Seyyidünnâs, II, 918). (Öz, Mustafa, Zülfikar mad. DİA)
Halk muhayyilesinde oluşan Gazavât-ı Bahr-i Ummân ve Sandûk’ta ise Hz. Ali’nin Sandûk’la mücadelesinde yüz elli arşın uzayan Zülfikâr, Hz. Ali namaz kılarken, kendi başına Mağrip’teki ejderhalarla savaşmaya devam eder. Başka bir Cenknâmede Sihirbaz Katna’yla savaşırken Hz. Ali dua edip Zülfikâr’ı yere bıraktığında Zülfikâr’dan çıkan ateş sihirbazın ateşini yok eder. Seyyid Hüseyin de on üçüncü kelimenin şerhinde Zülfikâr’dan bahseder. Anlattıklarına göre, Hz. Ali kâfirlere kılıcı çektiğinde, kılıç iki ağızlı şah olur, ağzı ejderhadan daha heybetli açılır, gök gibi gürler. Eğer kâfire Allah hidayet verecekse, kılıç kınından ayrılmaz, ancak kâfir küfründe inatçıysa kılıç kınından ayrılıp gök gibi gürler, şimşek gibi şakır, kâfiri Kaf Dağı’na kadar kovalar. İki ağzından biri “La ilâhe illallah”, diğeri “Muhammedün Rasûlüllah” der. Uzunluğunun sonu yoktur, kabzası Mekke’de, bir ağzı Maşrık’ta, bir ağzı Mağrib’tedir, cinler ve devler bu kılıcın vehâmetinden daima korkup kaçarlar.